1. Haberler
  2. Ekonomi
  3. Doğayla Birlikte Varız: Biyolojik Çeşitliliği Korumak Yaşamı Korumaktır

Doğayla Birlikte Varız: Biyolojik Çeşitliliği Korumak Yaşamı Korumaktır

featured
dogayla-birlikte-variz-biyolojik-cesitliligi-korumak-yasami-korumaktir.jpg
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

TEMA Vakfı, Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü’nde herkesi biyolojik çeşitliliği koruyarak doğayla uyum içinde yaşamaya ve bu yönde harekete geçmeye çağırdı. Vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Aldığımız her nefeste, yediğimiz her lokmada doğanın izleri var. Ancak ormanlarımız, sulak alanlarımız hızla yok oluyor, denizlerimizde yaşam azalıyor. Doğal alanlarımızı korumak; yaşamak için yaşatmak zorundayız.” sözleriyle biyolojik çeşitliliğin insan yaşamı için taşıdığı öneme dikkat çekti.

Biyolojik çeşitliliğin hızla azaldığı günümüzde, tüm teknolojik ilerlemelere rağmen su, gıda, ilaç, enerji ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarımız için hâlâ doğaya muhtacız. Bu nedenle doğal varlıklarımızı korumak ve doğayla uyum içinde yaşamak yalnızca bir sorumluluk değil, aynı zamanda yaşamın sürdürülebilirliği için bir zorunluluk.

İşte bu yüzden, Birleşmiş Milletler tarafından her yıl 22 Mayıs’ta kutlanan Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü, biyolojik çeşitliliğin gezegenimiz ve insanlık için taşıdığı yaşamsal öneme dikkat çekmeyi amaçlıyor. Bu yılın teması olan “Doğa ile Uyum ve Sürdürülebilir Kalkınma” doğrultusunda TEMA Vakfı, insanlığın doğayla olan ilişkisini yeniden değerlendirmesi ve doğanın hızla kaybedilen zenginliğine karşı acil önlemler alınması gerektiğini vurguluyor.

Sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin yalnızca %17’si tamamlandı 

Biyolojik çeşitlilik kaybının gezegenin güvenli sınırlarını aştığını hatırlatan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinde ciddi bir hayal kırıklığı yaşandığını ve bugüne kadar yalnızca %17’sinin tam anlamıyla karşılanabildiğini belirterek, biyolojik çeşitliliğin korunması için “Sorumlu Üretim ve Tüketimİklim Eylemi, Sudaki Yaşam ve Karasal Yaşam başlıkları altındaki 41 hedef için artık oyalanma değil, hiç gecikmeden somut adımlar atma zamanı.” dedi.

Biyolojik çeşitliliğin yaşamın temeli olduğunun altını çizen Ataç, “Gıdamızın %80’ini bitkilerden sağlıyoruz. Hâlâ tıbbi ilaçların büyük bölümü için doğadaki bitkilere ihtiyacımız var. Ancak bize yaşam veren, bizi yaşatan canlıların yaşam alanları hızla yok oluyor; habitatlar parçalanıyor, türler yok oluyor.   İnsanlığın gezegende baskın tür haline gelmesiyle birlikte memelilerin %85’inin yok oldu. Son 50 yılda biyolojik çeşitlilik kaybının ise %73’e ulaştığı bildiriliyor. Bu kayıplar sadece ekolojik açıdan değil, aynı zamanda insan sağlığı ve gıda güvenliği açısından da ciddi riskler yaratıyor.” ifadelerinde bulundu. 

Dünya’da son 30 yılda Türkiye’nin yaklaşık 5,5 katı kadar orman alanı yok edildi 

Habitat kaybının, biyolojik çeşitlilik kaybının en önemli nedeni olduğunu vurgulayan Ataç, karasal biyolojik çeşitliliğin %80’ini barındıran ormanların hızla azaldığına işaret ederek şunları söyledi; “Son 30 yılda dünyada, Türkiye’nin yaklaşık 5,5 katı kadar orman alanı tahrip edildi. Dünya üzerindeki memeli biyokütlesinin sadece %4’ünün yabanıl türlerden oluşması, yapılan tahribatının boyutunu açıkça ortaya koyuyor. Günümüzde her 3 saniyede, bir futbol sahası büyüklüğünde orman yok oluyor ve bu tahribatın %90’ı yeni tarım alanı açmak için gerçekleşiyor.” Türkiye, orman varlığını artıran ender ülkeler arasında yer alsa da ormanların farklı amaçlarla kullanımına izin veren yasal düzenlemeler, orman habitatlarını parçalıyor. Bu duruma da dikkat çeken Ataç, “2012–2023 yılları arasında yaklaşık 577 bin hektar orman, başta madencilik, enerji ve ulaşım olmak üzere define aramak dâhil otuzdan fazla kullanım amacıyla tahsis edildi.” ifadelerini kullandı.

Ülkemizin üç biyocoğrafik bölgenin kesişim noktasında yer aldığını ve yalnızca Türkiye’ye özgü binlerce türe ev sahipliği yaptığını vurgulayan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Türkiye, zengin biyolojik çeşitliliğe sahip ender ülkelerden biri olmasına rağmen, bu zenginliği korumaya yönelik mevcut korunan alanlar açısından ne yazık ki yetersiz durumda. Dünya genelinde 2030 yılına kadar karasal ve denizel alanların en az %30’unun koruma altına alınması hedeflenirken; Türkiye’de bu oran karasal alanlarda yalnızca %8, denizel alanlarda ise %6 seviyesinde kalıyor. Bu oranlar, dünya ortalamasının yarısından az.” ifadeleriyle koruma çabalarının mevcut biyolojik çeşitliliği güvence altına almaktan uzak olduğunu dile getirdi.

Sulak alan türleri %60 oranında azaldı

Diğer yandan, bitki ve hayvan türlerinin %40’ına, balık türlerinin ise %30’una ev sahipliği yapan sulak alanlar da hızla yok ediliyor. 1700 yılından bu yana Türkiye’nin dört katı kadar, yaklaşık 3,4 milyon km² sulak alan kaybedildiğini kaydeden Ataç, “Bu nedenle sulak alanlara bağlı türlerin %25’inin nesli tehlike altında. 1970’ten bu yana sulak alan türlerinin popülasyonu %60 oranında azaldı. Bu yok oluşun başlıca nedenleri yeni tarım alanları açma çabaları ve aşırı sulamadır.” şeklinde konuştu. Ataç, iklim değişikliğinin biyolojik çeşitlilik kaybını derinleştiren bir diğer önemli etken olduğunu söyleyerek, “1,5 °C’lik küresel ısınma durumunda mercan resiflerinin %90’ı, 2 °C’de ise %99’u yok olabilir. Bu yalnızca deniz yaşamı değil, tüm ekosistem dengesi ve insanlık için geri dönülemez sonuçlar doğurur.” uyarısında bulundu.

Her yıl 20 milyon hektar tarım arazisi bozuluma uğruyor

Yalnızca yeni açılan tarım alanlarının değil, mevcut tarım arazilerinin de bozulduğunu söyleyen Ataç, “Günümüzde ormanlar ve sulak alanlar, tarım alanı açmak amacıyla büyük ölçüde yok edilirken; mevcut tarım arazileri de sürdürülebilir olmayan uygulamalar nedeniyle hızla verimliliğini kaybediyor. Her yıl yaklaşık 20 milyon hektar tarım arazisi; erozyon, yanlış arazi kullanımı, aşırı sulama ve kimyasal girdiler nedeniyle bozuluma uğruyor. Bu durum yalnızca toprağın sağlığını değil, aynı zamanda içerisindeki biyolojik çeşitliliği de tehdit ediyor. Ayrıca, kentsel atıkların yanı sıra aşırı kimyasal gübre ve pestisit kullanımı, denizlerde yaşamın tamamen sona erdiği ‘ölü zonlar’ın oluşmasına yol açıyor. Marmara Denizi, bu sorunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak karşımızda duruyor.” değerlendirmesinde bulundu.

Sürdürülebilir yaşam için ortak sorumluluk almalıyız

İnsan faaliyetlerinin doğa üzerindeki tahribatını somut verilerle ortaya koyan Deniz Ataç, “Bilmeliyiz ki doğada, biz insanlar dışındaki tüm canlıların bir işlevi var ve yaşamımız onların varlığına bağlı. Bu noktada insanlar, hiç şüphesiz doğaya en büyük etkiyi yapan ve aynı zamanda akılcı kararlar alabilme kapasitesine sahip canlılar. Bu nedenle aklın yolundan ilerlemeli, kendimizi dünyanın sahibi olarak değil; tüm canlılarla paylaştığımız bir yaşam alanının parçası olarak görmeliyiz. Devletler de bu anlayışı mevzuatlarına yerleştirmeli; korunan alanları artırmalı ve ekosistemlerin işleyişine zarar veren uygulamalardan kaçınmalıdır.” dedi.

Ataç, sürdürülebilir yaşam ve biyolojik çeşitliliği korumak için “Kurucu Onursal Başkanlarımızın bu konudaki sözleri bugün de bizlere yol gösteriyor. Merhum Kurucu Onursal Başkanımız Toprak Dedemiz Hayrettin Karaca’nın dediği gibi, ‘İhtiyacımız kadar tüketelim, bize yaşam sunanları yaşatalım.’ Yine merhum Kurucu Onursal Başkanımız, Yaprak Dedemiz A. Nihat Gökyiğit’in her zaman vurguladığı gibi, ‘Evrenin o akıl almaz düzenini dengede tutan, biyolojik zenginliktir.’ TEMA Vakfı olarak A. Nihat Gökyiğit Biyolojik Çeşitlilik Projesi ile ülkemizdeki biyolojik çeşitliliğin korunmasının hayati önemini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.” sözleriyle herkesi ortak sorumluluk almaya davet etti.

 

 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Doğayla Birlikte Varız: Biyolojik Çeşitliliği Korumak Yaşamı Korumaktır

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bizi Takip Edin